ANASAYFA arrow VAKIF HAKKINDA BİLGİ arrow YARDIMLARINIZ İÇİN
İbn'ül-Emin Mahmud Kemal İnal (1871 - 1957)
1. Hayatı

             17 Kasım 1871 tarihinde İstanbul’un Beyazıt semtinde Mercan Ağa mahallesinde dünyaya gelen İbnülemin, Sadrazam Yusuf Paşa’nın uzun yıllar mühürdarlığını yapan, Rumeli Beylerbeyi unvanına sahip Mehmed Emin Paşa ile Hamide Nergis Hanım’ın oğludur. İbnülemin’nin  soyu baba tarafından Hz. Hüseyin’e kadar uzanması sebebiyle babası “seyyid” unvanı ile de tanınmaktadır. İbnülemin de gerektiğinde bu unvanı kullanmıştır. Ailenin baba tarafından bir kolu da Buhara emîrlerinden Arapkir’e yerleşmiş Selcenoğulları’na uzanır. Ayrıca İbnülemin  babasının anne tarafından dolayı Arapkir’de Gökbeylioğlu ailesinden Yûsuf Kâmil Paşa ile de akrabalıkları vardır.

Çocukluk yıllarının çoğu zamanını    Yûsuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında geçiren İbnülemin, ilk resmi eğitimine Mercan Ağa Sıbyan Mektebi’nde başlar ve 1885’te  Şeyhzade Rüşdiyesi’nden mezun olur. Daha sonra bir buçuk sene babasının görevi dolayısıyla Kozan’da bulunur. Döndüklerinde Mekteb-i Mülkiyye’nin yatılı kısmına kaydolur. Ancak buradan öğrenimini bitirmeden ayrılıp dinleyici olarak Mekteb-i Hukuk derslerine devam eder. İbnülemin, bu resmî eğitiminin yanında zamanın geleneklerine uygun olarak, küçük yaşta önce babasından daha sonra da konaklarına gelen dönemin tanınmış hocalarından özel ders alır. Bunlar arasında Mehmed Akif ile birlikte eğitim gördükleri Akif’in babası Fatih müderrisi İpekli Mehmed Tâhir Efendi’de bulunmaktadır. İbnülemin kardeşi ile birlikte Trabzonlu Hoca Hüsnü Efendi’den tefsir, hadis ve Fars edebiyatı okumuştur. Ayrıca meşhur hattat Hasan Tahsin Efendi’den hüsn-i hat meşk etmiş ve icazet almıştır. Kozan’da bulundukları sırada kardeşi ile aldıkları dersler ile hem Arap ve Fars edebiyatındaki birikimlerini artırmış hem de Fransızca’larını geliştirmişlerdir. Ayrıca bu arada resmî muâmelât usullerini ve kalem işlerini öğrenmişlerdir.

            İbnülemin 17 Kasım 1889 tarihinde  Bâbıâli’de Vilâyât-ı Mümtâze Kalemi’nde stajer olarak meslek hayatına  başlar ve böylece otuz üç yıl sürecek bürokrasi hayatına da adım atar. Bu süreç içinde 1892’de Sadâret Mektûbî Kalemi’nde vazifeye başlamış,  burada gösterdiği başarı dolayısıyla 1895’te  Teftîş-i Islâhât Komisyonu başkâtipliğine getirilmiş, daha sonra yeniden Sadâret Mektûbî Kalemi’ne dönmüştür. Daha sonra çalıtığı dairenin müdür muavinliğine getirilir (1906).  Bu olaydan kısa bir süre önce de “ûlâ sınıf-ı sânîsî” rütbesine yükselir ki bu onun artık rical sınıfına girdiği anlamına gelmektedir.

İbnülemin 1908 yılında Said Paıa tarafından Sadâret Mektûbî Kalemi’ne müdür olarak tayin edilmiştir. Ancak Said Paşa sadrazamlıktan ayrılınca Bâbıâli’deki ilk görev yerine, bu sefer müdür olarak gönderilmiştir. II. Meşrutiyet’ten sonra çeşitli komisyonlarda çalışan İbnülemin, II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinin akabinde Yıldız Sarayı evrakını inceleme ve düzenlemeyle görevlendirilmiştir. Burada mevcut  dokümanlar üzerinde detaylı çalışmalar yaparak  araştırmacıların kullanabileceği bir arşiv oluşturmuş ve bu arşivi şimdi Başbakanlık Osmanlı Arşivi ismini taşıyan kuruma teslim etmiştir.

Hayatının devam eden yıllarında da  İbnülemin çeşitli  görevler üstlenir. Özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında kültür hayatımız için önemli pek çok çalışma içinde bulunur. Meselâ vakıflara ait sanat eserlerini koruma amacıyla Süleymaniye Camii İmaret içinde Evkâf-ı İslâmiyye Müzesini kurmuştur (1914). Sanat faaliyetlerine de önem veren İbnülemin klasik sanatların canlanması için çalışmalar yapmış özellikle de hat sanatını yaşatma amacıyla Medresetü’l-hattâtîn’in kurulması yönünde adım atmıştır.

Hizmetlerinden dolayı kendisine üçüncü rütbeden Osmanlı nişanı verilir. Ayrıca kurduğu müzeyi gezen Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorları tarafından yüksek rütbeden madalya ile ödüllendirilir. Yine Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti’nin tarihi ve nâzırlarının hal tercümesine dair orijinal eserin ortaya çıkmasındaki başarısından dolayı kendisine ikinci rütbeden Mecîdî nişanı verilir.

Yaşadığı dönemin seçkin simaları arasında yer alan İbnülemin, özelikle de  engin tecrübesi ve tarihî birikimiyle Osmanlı sadrazamları ve nâzırların görüş alma ihtiyacı duyduğu şahsiyetler arasında bulunmaktadır.  Nitekim o I. Dünya Savaşı sonrası barış müzakerelerinde antlaşma esaslarının belirlenmesi için kurulan olağanüstü komisyonda sadaret makamının temsilcisi olarak görev yapmıştır.  

İbnülemin savaş sonrasında Bâbıâli Müdevvenât-ı Kanûniye ve devletin resmi gazetesi  Takvim-i Vekayi müdürlüğü görevlerini üstlendi. Bunun dışında da zaman için de çeşitli görevlerde bulundu. 1922 yılında Bâbıâli’de en üst kademedeki vazifesi olan Dîvân-ı Hümâyun beylikçiliğine getirildi ise de Anadolu millî hareketine başlanan Bâbıâli’nin lağvı ile bu görevi sona erdi. 33 yıllık hizmeti sonunda kendisine ve kardeşine cüzi bir mâzuliyet maaşı bağlandı. Bir ara arkadaşlarının vesilesi ile Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nde çalıştı ise de bu kurumda bütçe kısıtlanmasına gidilmesi üzerine tekrar işsiz kaldı. 

Daha sonra M. Fuad Köprülü onun, Vesâik-i Târihiye Tasnif Heyeti başkanlığına getirilmesine yardımcı oldu. 1924-1927 yılları arasında bu görevde bulundu. 1923’te Târîh-i Osmânî Encümeni Üyeliği’ne 1925’te ise beşinci defa Evkâf-ı İslâmiyye Müzesi başkanlığına seçildi. 1927’de Türk ve İslâm Eserleri Müzesi müdürlüğüne tayin edildi. Bu görevinden 1935 yılında yaş haddinden dolayı emekliye ayrıldı. Emekliliğini hemen takip eden yılda Prenses Hatice Abbas Halim’in Kahire’den itibaren eşliğinde hac farîzasını yerine getirdi.

Hayatının devam eden yıllarında İbnülemin,  kendini ilmî çalışmalara verdi. Yurt dışındaki ilmî kongrelere davet edildi ve çeşitli ilim cemiyetlerine üye oldu. Ancak o günün şartlarında çağrıldığı bazı uluslararası kongrelere maddî imkânsızlıklardan dolayı katılamadı.

Dönemim Maarif Vekili Hasan Ali Yücel İbnülemin’i Kütüphaneler Tasnif İşleri ilmî müşavirliğiyle onurlandırdı.  Bu arada  Mısır Veliahdı Prens Mehmed Ali Tevfik’in daveti üzerine İstanbul’daki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne benzer bir kurumun düzenlenmesi ve sergilenecek eserlerin seçimi için Reîsülhattâtîn Kâmil Akdik ile birlikte 29 Aralık 1939’da Kahire’ye gitti. Bu görevi yerine getirerek 19 Şubat 1940’da İstanbul’a döndü. Bundan sonra eski dostu Bağdatlı İsmail Paşa’nın basılmamış Hediyyetü’l-ârifîn esmâü’l-müellifîn ve âsârü’l-musannifîn adındaki Arapça biyografi kamusunu kontrol ederek birlikte yayıma hazırlamakta görev aldı.

Bu şekilde dolu dolu birhayat geçiren İbnülemin  şahsi kütüphanesi ve konağındaki kıymetli  eserleri daha kendisi hayatta iken İstanbul Üniversitesi’ne,  konağını ise İslâmî ilimlerde öğrenim görenleri barındıracak bir yurt olarak kullanılmak şartıyla İbnülemin Mahmud Kemal İnal Vakfı’na bağışladı.

Seksen altı yıllık bir ömrü öğrenmek, araştırmak, yazmak ve memlekete hizmet vermekle geçiren İbnülemin 24 Mayıs 1957’de dünyaya veda etti. Onun cenazesi  27 Mayıs 1957 günü yakın aile fertlerinin de yattığığ Merkez Efendi Kabristanı’na defnedildi.

 2. Edebî, Fikrî  ve İlmî Şahsiyeti)    Şairliği

Dönemin geleneğine uygun olarak İbnülemin’nin de yazım hayatına girişi şiir yolu ile olmuştur. Her ne kadar o Mehmed Âkif ile birlikte erken yaşlarda ilk nazım denemelerine başlamışsa da şiiri kendisi için öncelikli alan olarak tercih etmedi. Daha ziyade eski şiir usulünü izledi. Çoğunlukla  gazel tarzında manzumeler  meydana getirmekle, birlikte hece vezniylede yazdığı eserler de bulunmaktadır. Hersekli Ârif Hikmet gibi üstatları kendine örnek alan İbnülemin dönemin meşhurlarının şiirlerine nazîreler yazmış, şiirlerinde zaman zaman “Nâlânî” mahlasını kullanmıştır.

Onun manzum eserleri arasında na’tlarının  özel bir yeri vardır. İnanan biri olarak Hz. Muhammed’e karşı duyduğu sevgi ve saygının en güzel göstergeleri olan na’tlarının büyük bir kısmı Hüseyin Sadettin Kaynak, Hüseyin Kâzım Uz ve Hâfız İsmail Nisfet gibi devrin büyük sanatçıları tarafından bestelenmiştir. Bunların dışında da  bestelenmiş ilâhi ve başka manzumeleri de olduğunu zikretmek gerekir. Şiirlerinin elinde kalanlarını Mevzun Sözler adı altında bir araya getirmişse de bastıramamıştır. Ayrıca onun tasavvufî nitelik taşıyan bir kıtasına  Feyzü’l-Kemâl,  bir na’tına da Mir’âtü’l-Kemâl adıyla Hüseyin Vassâf tarafından birer şerh yazılmıştır.

 B)    Basın Hayatına Giriş, İlk Yazıları-İlk Eserleri

İbnülemin’nin basın hayatına girişi gazete yazıları ile gerçekleşmiştir. İlk matbu yazısı “Ömr-i Beşer” adlı Tarîk gazetesindeki makalesidir (7 Receb 1307/27 Şubat 1890). Bu makale ile başlayan gazete yazıları daha sonra devrin önemli basın organlarında devam etmiştir. Tarîk’in yanında Tercümân-ı Hakîkat, Mürüvvet gibi  gazetelerde de makaleleri yayımlanmıştır.

Yazılarında sosyal içerikli konulara ağırlık veren ve bir çalışma ahlâkını temellendirme amacıyla çeşitli makaleler kaleme alan  İbnülemin bu yazılarını Sa’y-i Beşer adıyla bir araya getirmişse de bastıramamıştır.

            İlk Eserleri:

1.      Hulâsa-i Zirâat (İstanbul 1307)

2.      Ravzatü’l-Kemâl (İstanbul 1308)

3.      Ahlâk (İstanbul 1308)

4.      Eser-i Kâmil Paşa (İstanbul 1308)

5.      Hulâsa-i Ticaret (İstanbul 1309)

6.      Menâfiu’s-savm (İstanbul 1309)

7.      Feyz-i Cevâd (yazma İstanbul Arkeoloji Müzesi Cevad paşa nr. 512. )

 C)    Roman ve Hikâye Yazarlığı-Edebiyat Üzerine Yazıları

İbnülemin İstanbul’daki gazetelerin yanında Selanik’teki yayın organlarına da yazılar göndermiştir. Asır gazetesi ve edebî nitelikteki Mütâlaa dergisi bunlar arasındadır. Bunun yanında Mehmed Âkif gibi arkadaşlarıyla beraber idaresini ele aldığı Resimli Gazete’de de makaleler yazmıştır. Eserlerinde sürükleyici ve başarılı bir anlatım üslubuna sahip olan İbnülemin’nin ilk roman çalışması Sabîh Târihe Müstenid Hikâye (Selânik 1316) adını taşır. Nâmık Kemal’in Cezmi adlı eserini örnek alan bu eser tarihî bir romandır.

Daha sonraki çalışmalarında ise İbnülemin hissî konular üzerinde yoğunlaşmış, okuyucuda derin tesirler bırakacak roman ve hikâyeler yazmıştır. Bu nitelikteki  çalışmalar arasında şu eserler zikredilebilir.

1.      Bir Yetimin Sergüzeşti

2.      Rahşan

3.      Yetîm-i Alîl

Bu eserler dönemin gazetelerinde tefrika şeklinde yayımlanmıştır. İbnülemin saf Türkçe ile yazdığı “Türkçe: Köy ve Köylüler” (Resimli Gazete nr. 50, 10 Safer 1316/30 Haziran 1898, s. 1055-1057) adlı romantik bir deneme ile roman ve hikâye alanındaki çalışmalarına veda etmiştir. Bu anlatılanlar dışında da edebiyat alanında çeşitli  yazıları kaleme aldığını belirmek gerekir.

 D)    İslâm Mütefekkiri ve Ahlâkçısı

1895 Aralık ayında Tercümân-ı Hakîkat’te tekrar yazmaya başlamakla  İbnülemin yazı hayatında yeni bir döneme de adım atmıştır. Bu dönemin ilk yazısı “İslâmiyet, Marifet” makalesi ve daha sonra devam eden yazılarıyla o, İslâm’ın yüceliğini, ahlâkî, medenî ve insanî değerlerle anlatma misyonunu üstlenmiştir. Başta Tercümân-ı Hakîkat olmak üzere 1895-1900 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerdeki yazılarında İbnülemin sürekli İslâm’ın ilerlemeye engel olduğu şeklindeki görüşlerin yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Yazılarında İslâm dini ve medeniyetinin yüceliğini çeşitli açılardan gözler önüne seren, dinde akıl ve bilgiye verilen önemi vurgulayan İbnülemin dinimizin gerçeklerini öğretmenin, hakikati arayanlara yardımcı olmanın farz derecesinde bir emir olduğu üzerinde de durmuştur. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm’in asrın ihtiyaçlarına karşılayacak şekilde yeniden tefsir edilmesi gereğine dikkat çekmiş ve bir medeniyet felsefesinin temel esaslarını ortaya koymuştur.

Ona göre “medeniyyet-i zâhire” (medeniyet-i kâzibe) ve “medeniyyet-i sahîha” (medeniyet-i hakîka) yahut medeniyyet-i bâtına olmak üzere iki ayrı medeniyet vardır. Medeniyyet-i zâhire, teknik ve sanayinin meydana getirdiği bir takım göz kamaştırıcı görünüşleri sergiler. Ancak bu medeniyyet, yüce ahlâkî değer ve faziletlerden mahrum  olması sebebiyle aslında insanı  kötülüklerden alıkoyamamakta, insanlar arasında maddî refah seviyesinde uçurumlar görülmektedir. Medeniyyet-i sahîha ise din, ahlâk ve adalet gibi üstün değerler üzerine bina edilmiş, insanoğlunun saadet ve refahı için gerekli sebep ve şartları yerine getirmeyi kendine gaye edinmiş bir medeniyettir. Böyle bir medeniyetin temel kaynağı dindir. İbnülemin bunu şu cümleler ile ifade etmiştir: “Tarihin kesin delillerle ortaya koyduğu ve ispat ettiği hakikat, beşeriyetin tekâmülü ve medeniyyet-i hakîkiyyenin vücut buluşunun İslâmiyeti’in gelişiyle mümkün olduğudur.”

İbnülemin bu temel prensip etrafında  düşünce sistemini kurmakta ve bu sistem içinde “hak ve hakikat ne ise onu göstermek” olarak tarif ettiği “mârifet”e de sisteminde merkezî bir rol vermektedir. Onun düşüncesine göre İslâm dini mârifet ve fazilet üzerine bina edilmiştir. Dolayısıyla mârifete itibar etmek ile dine uymak arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. İslâm insana bilgiyi, aydınlanmayı ve çalışmayı emreder. İnananlar İslâm’ın bu emrini yerine getirdikleri zaman fert ve toplumun saadetini sağlamışlar, ihmal ettiklerinde ise gerilemişlerdir. O halde geri kalma dinimizden kaynaklanmayıp aksine onun emir ve hedeflerinden uzak kalmanın bir sonucudur.

Yazılarında bu konudaki düşünceleri çeşitli şekillerde açıklayan İbnülemin toplumun ıslahına yönelik düşünce planında açıklamalar yaptığı gibi, pratik hayatta gördüğü yanlışlıklara da  dikkat çekmektedir. Meselâ  o gün moda halini alan yabancı mürebbiye tutma âdetinin mahzurlarını konu edinmesi böyle bir usulü benimsediğini göstermektedir. 

II. Meşrutiyet devrine gelindiğinde, İbnülemin mevcut düşünceleri içinde yeni bir fikir olarak İslâmiyet’in insan hürriyetine verdiği değere dair de yazılar kaleme almaya başlar. Ancak onun hürriyet kavramına yaklaşımı siyasî fikirlere değil, ahlâkî değerler, adalet ve insana saygı anlayışına dayanmaktadır.

İbnülemin bir düşünce adamı olarak bu konular hakkında fikir beyan ettiği gibi, Arap ve İslâmî edebiyatın Arap dili ile yazılmış bazı klasik eserleri üzerinde değerlendirmeler yapmış ayrıca kültür ve edebiyat dili olarak Arapça’nın gerekliliği ve önemi üzerinde durmuştur. Aslında o yaptığı açıklamalar ile bu konu etrafında cereyan edecek tartışmaların da kapısını aralamış olmaktadır.

            Bundan sonraki dönemde  İslâm ilâhiyâtında yetkin ilim adamlarının yetiştiğini müşahede ettiği için bir anlamda bu alandaki çalışmaları uzmanlarına bırakmayı yeğleyen  İbnülemin, kendini yazı ve fikir hayatının esas merkezini oluşturan, biyografi ve tarih çalışmalarına vermiştir. Ancak  biyografi çalışmalarındaki şöhreti onun mütefekkir kişiliğini gölgelemiş ve onun bu merkezdeki görüşleri daha sonraki araştırmacıların ilgi odağını oluşturmamıştır.  Halbuki gerek İslâmî  gerekse kültürel nitelikteki çeşitli yazılarıyla İbnülemin genç yaşta büyük bir şöhrete ulaşmış, çeşitli meclislerde  “edîb-i şehîr” unvanıyla  anılmıştır.


 E)    Biyografi ve Tarih Yazıcılığı

İbnülemin cemiyet hayatında büyük ve hızlı  değişimlerin yaşandığı bir dönemde bulunmuş, pek çok tanınmış sima ile tanışmış ve onların birer birer  dünyadan ayrıldıklarına şahit olmuştur. Bu durum onu biyografi dolayısıyla da tarih alanına yöneltmiştir. 1891’de yayınladığı Eser-i Kâmil Paşa isimli küçük kitabı bu yönelimin ilk işareti sayılabilir.

1897 yılında tertibine başladığı “Hutût-ı Meşâhir Mecmuası” ile bu tarafı iyiden iyiye kendini göstermeye başlar. Bu hacimli deftere döneminin tanınmış şahsiyetlerinden el yazıları ile duygu ve düşüncelerini ifade eden bazı şeyler yazmalarını ister. Birkaç sene sonrada yazıları olan bu şahsiyetlerden kendi resimleriyle birlikte özgeçmişlerini yazıp vermelerini talep eder.

Hayat felsefesi “nef’-i nâs ile hayrü’n-nâs” olmak (başkalarına yararlı olarak insanların hayırlısı safına yükselmek)  ilkesi ile şekillenen İbnülemin’nin, bu temel yaklaşımı biyografi yazıcılığında etkili olmuştur. Toplumun seçkin şahsiyetlerinin hayat hikayelerini yazmakla  hem onların unutulup gitmemesi, hayırla yad edilmesi hem de gelecek nesillerin onları tanıyıp, örnek alma imkanını sağlamış olmaktadır.  

İbnülemin biyografi yazmanın gerekliliğini etik açıdan ele alarak incelemiş ve bu noktadaki zaaflarımıza dikkat çekmiştir. Hatta o bu konuyu sadece ahlakî bir sorumluluk şeklinde  değil millî bir misyon olarak değerlendirmektedir.  Bu düşüncelerini  şu cümlelerle ifade eder: Mârifet ve sanat sahiplerini aramak ve bulmak, isimlerini ve eserlerini evlâd-ı vatana bildirmek hususundaki ihmal ve teşeyyübümüz ve mârifet ehline revâ gördüğümüz kadirnâşinaslık ve kayıtsızlık muhabbet-i vataniye ile asla telif kabul etmez.” (Hoş Sadâ, s. 65)

Bu düşünceler ile biyografi yazcılığını üstlenen İbnülemin titiz bir araştırmacı olarak güvenilir bilgilere erişebilmek için elinden gelen bütün gayreti sarfetmiş, bazen küçük bir bilgiyi edinmek için uzak beldeler ile çeşitli yazışmalarda bulunmaktan kaçınmamıştır.

Onun hiçbir maddî karşılık beklemeksizin altmış yılı aşkın bir zaman içinde sanat  ve edebiyat tarihimize kazandırdığı eserler şunlardır.

1.      Hersekli Ârif Hikmet Bey: Eser Şair Ârif Hikmet Bey’in esas kısmını kendisinin yazdığı hal tercümesi, ona dair hatıralar ve dostlarının onun hakkındaki görüşlerinden oluşmuştur.  

2.      Kâmilü’l-Kemâl: Sadrazam Yûsuf Kâmil Paşa’ya dair bir monografidir.

3.      Nûrü’l-Kemâl: Yeni Osmanlılar’dan ve “reji komiseri” lakabıyla şöhret bulan Yûsuf Paşazâde (Menâpirzâde) Nûri Bey’e ait farklı bir monografidir.

4.  İzzü’l-Kemâl: Babasının dostu Ferid Paşazâde Ahmed İzzeddin’in hayatı ve şahsiyetini anlatan bir monografidir.

5.      Kemâlü’l-İsmet: Devrin biyografi otoritesi kabul edilen Tarihçi Fındıklı İsmet Efendi hakkındadır.

6.      Kemâlü’l-kiyâse fî keşfi’s-siyâse: Siyaset ilmi ve tarih felsefesi üzerine yazılmış hacimli bir kitaptır.

7.      Kâmil Paşa’nın Sadâreti ve Konak Meselesi: Çalışmada Yûsuf Kâmil Paşa hakkında yapılan  iddialara cevap verilmekte ve o dönem gündemde olan meselelere ışık tutulmaktadır.

8.      Kemâlü’s-Safvet: Şair Mustafa Saffet hakkında yapılmış bir araştırmadır.

9.      Gelenbevî: Meşhur âlim İsmâil Gelenbevî’nin biyografisidir.

10. Şeyhülislâm Yahyâ Divanı  ve Mukaddimesi: Bu çalışma hem Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin o güne kadar basılmamış bulunan divanının nüsha farkları ile karşılaştırılmış metnini, hemde Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin hayatı ve şahsiyeti hakkında bilgileri içerir.

11.  Hersekli Ârif Hikmet Bey Divanı ve Mukaddimesi: Bu metin neşri de Hersekli hakkında zengin bir monografi ihtiva etmektedir.

12.  Leskofçalı Galib Bey Divanı ve Mukaddimesi: Leskofçalı Galib’in şairin biyografisi ile birlikte neşridir.

13.  Evkâf-ı Hümâyun Nezâretinin Terâcim-i Ahvâli: Eser Hüseyin Hüsâmeddin ile birlikte kaleme alınmıştır.

14.  Menâkıb-ı Hünerverân: Türk Tarih Encümeni Külliyatı için yayımlanmak üzere hazırlanması İbnülemin’e havale edilmiş eserin tenkitli metniyle müellifi Mustafa Âlî’nin hayat ve eserlerine dair bir monografiden meydana gelir.

15.  Tuhfe-i Hattâtîn: Müstakimzâde Süleyman Efendi’nin eserinin sağlam bir metnini ortaya koyan çalışma aynı zamanda Müstakimzâde hakkında zengin bilgiler içerir.

16.  Türklerin, Arap Harflerini Tanzim ve ihya Etmek Suretile İlme ve Medeniyete Hizmetleri: Arap yazısının tarihi seyrinin anlatımından sonra çalışmada Türk hat ustalarından örnekler verilir.

17.  Son Asır Türk Şairleri: Fatîn tezkiresinin zeyli olarak kaleme alınan 2352 sayfalık dev eserde 566 şairin hal tercümesi bir araya getirilmiştir.

18.  Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar: 37 sadrazamın hal tercümesi ile birlikte son bir asırlık siyasî tarihimizin panoramasını da veren 2102 sayfalık dev bir eserdir.

19.  Son Hattatlar: Osmanlı hattatları hakkında en zengin kaynak olan Tuhfe-i Hattâtîn’nin telif tarihi olan 1760’dan 1953 yılına kadar süre içinde yaşayan hattatların hal tercümelerinden oluşan eser on biri hanım 329 hattatı konu edinmiştir.

20.  Hoş Sadâ Son Asır Türk Musikişinasları: Üzerinde çalıştığı sırada vefat etmesi sebebiyle eksik kalan bu eser Mevlevî Avnî Aktuç tarafından derlenerek tamamlanmıştır.

 F)     Tarihî Şahsiyeti

İbnülemin ilmî ve eserleriyle büyük bir şahsiyet olduğu gibi tarihî hüviyeti bakımından da müstesna bir kişiliktir. Onun konağındaki mûsiki meclisleri, müellif hattı tek yazma nüshalar, nadide eserler içeren zengin kütüphanesi, Türk güzel sanatlarından bir tarih barındıran müzelik değerdeki koleksiyon ve eşyaları bu kişiliğini yansıtmaktadır. Yine  onun  giyiminde ve davranışlarında bütün bir mâzi görgü ve terbiyesini  devam ettiren kendine özgü duruşu, her şeyin değiştiği, kökünden kopup uzaklaştığı bir çağ içinde kendi başına bir dünya olarak  kalmış bir şahsiyet olduğunu gösterir.

Çocukluğunda içine girdiği büyüklerin meclislerinde kazanılmış bir gelenekle konağında elli yılı aşkın bir süre devam ettirdiği meclisleri de bu seçkin kişiliğin bir göstergesidir. Onun konağı, tarihe intikal etmekte olan bir kültürün, edebiyattan tasavvufa, hattan mûsikiye, siyasî geçmişimize mal olmuş sima ve vak’alara kadar her türlü bahsin konuşulduğu son sohbetlere şahit olmuş, klasik Türk mûsikisinin ayakta kalışına yüksek seviyede bir barınak olarak hizmet etmiş, unutulmaz fasıllar görmüş, ilim ve sanat çevresinden seçkin simaların her hafta uzun geceler etrafında buluştuğu son ocak halini almıştır. Bütün bu faaliyetlerin etrafında döndüğü merkezî bir şahsiyet, bir ilim ve kültür adamı olan İbnülemin Türk kültür tarihinde yerini almış bulunmaktadır.

 

Not: Bu yazı Ömer Faruk Akün Bey’in TDV İslâm Ansiklopedisinde yayımlanan İbnülemin Mahmud Kemal maddesinden özetlenerek hazırlanmıştır.